Selam dostlar..
Naber ?


Neolitik çağdan beri yerleşik hayat var bu topraklarda.
Ve biz hâlâ oturduğumuz evlerin depreme dayanıklılığını sorguluyoruz.
Yerleşik hayata geçmek sadece tarım ve mimari için değil.
Aynı zamanda güven, aidiyet, adalet ve geleneklerin oluşumunda da çok önemli.


21. yüzyılda biz hâlâ barınma problemi yaşıyoruz.
10–12 bin yıl önce başlayan insanlığın barınma problemlerinin ne yazık ki zirvesindeyiz.
Barınma, sadece bir mekân değil; “insanlaşma eşiği”ydi.
Ama ne gariptir ki, binlerce yıllık bu yolculukta,
Ev dediğimiz şey, bazıları için sadece bir meta, bazıları için ise erişilmez bir hayal oldu.
Türkiye’de bugün, çalışkan, onurlu, dürüst insanların bile kendine ait bir çatısı yok.
Çünkü artık ev almak çalışmanın değil, şansın, faizin veya hırsızlığın karşılığı.
Öyle saçma bir simülasyonun içine düştük ki.
Eğer çalışıyorsan, hakkınla vergini ödeyip bir yatırım, bir taşınmaz sahibi olmak istiyorsan bu imkansızlaştı.


Siyaset kurumu büyük sorunları gündem yapıp çözüm aramak yerine gündelik genel geçer ideolojik tortularla oy devşirme çabasında.
Biz ise hayatta kalmak için ne tarz ek işler yaparız da uykumuzdan, hayatımızdan ve en önemli şey zamanımızdan taviz verip normal bir hayat yaşarız derdindeyiz.
Mehmet Şimşek’le başlayan sıkı para politikasıyla birlikte halktan kuruş kuruş toplanan 60 milyar dolar bir tutuklamaya kurban edilebiliyor.
Muhalefet kırmızı kart gösteriyor, ışık yakıp kapatınca sorunların çözüleceğine inanıyor.
Hükümetin kutuplaştırma politikasıyla muhalefetin halktan uzak önerileri arasına sıkışan gariban halkın kafası karışıyor.


Kötü hissediyorum dostlar bu aralar.
Sinirden midem bulanıyor, başım ağrıyor.
Kendi kendime konuşurken buluyorum kendimi.
İşin ilginç tarafı çevremde çalışan kuryelerde kendi kendine konuşmaya başladı.






Geçen hafta taşındım dandik bir mahallede 80 metre kare ev için toplamda cebimden çıkan param 80 bin lira civarında
Kara gün akçesine geçmiş olsun.

Ve bu hafta istemsizce sürekli aklıma gelen bir yaşanmışlık var bunu sizlerle paylaşmak istiyorum öncelikle.

Ben sürekli takdir edilen örnek gösterilen başarılı bir öğrenciydim.
Arka sokakta oturan bir arkadaş ismi oe olsun 2. sınıfta okumayı öğrenemediği için okuldan atılmıştı.
O hırsızlık yaptı. Ben işte çalışarak sınavlara hazırlandım.
O uyuşturucu sattı. Ben sigara alkol bile kullanmadım.
O insanlara zarar verdi. Ben insanları iyileştirdim (Sağlıkçıyım)
O çocuk çürük aldı. Ben askerliğe şırnağa gittim.
O çocuk hapse girdi. Ben üniversite okudum.
Geçen gün mahalleye gelmiş bu arkadaş.
Altında son model lüx bir araba.
Bir çok yerde çalışma ofisleri.
Yanında silahlı adamlar.
Esenyurt beylikdüzü'ne bakan bi mafya babasımı varmış onun adamımı olmuş öyle bişey işte.
Gücümüze gidiyor kardeşim.
Biz vergisi ödeyen askerliği gururla yapan vatan için gerekirse gözü kapalı ölüme gidecek insanlarız ve geçinemiyoruz.
Bu adamın arabasının lastiği benim iki aylık kazancım.
Türkiye sistematik olarak iyi insanları cezalandırıp kötü insanlara büyük tavizler veriyor.
Ben özenmem ama gençler ilim irfana değil serseriliğe özeniyor.
İsim yapmak için cana kıymaları gerektiğini konuşuyorlar.
Geçen sene bir fabrikada çalışırken de bir olaya şahit oldum
18 19 yaşındaki bir velet yeni kalfa olmuş yeni işe başlayan çocukta yaklaşık 30 yaşında bir makina mühendisi.
Kalfa olan makina mühendisini ezmeye çalışıyor ya.
“ Bu yaşa kadar okumuşsun bi bok olamamışsın, Senin yerinde olsam intahar ederdim” falan
Makina mühendisi bir sonraki gün işe gelmedi.
Okul okuyan kendini geliştirebilecek potansiyeli olan gençler ezilirken
Serserililk arsızlık hırsızlık yüceltiliyor.

“Herkes diyor ki güçlü devletler güçlü kurumlarla var olur.”
Emin olun ben bunu Ak partinin ve Chp’nin grup toplantılarında bile defalarca duymuşumdur.
Peki güçlü kurumları oluşturan şey güçlü bireyler değil midir ?
Potansiyeli olan Bireylerini yerin dibine sokan güçsüzleştiren bir ülkenin geleceğinin parlak olması ne yazık ki imkansız.
Bunun yanında
Eğitimli gençlerini yurtdışına gidiyor ve eğitimsiz kör cahil afganları ülkeye kaçak yollardan giriyor. Ülkenin kalitesi düşüyor. Binbir dertle emekle şehitle kurduğumuz medeniyetimiz adım adım çürüyor.

İnşallah yakın zamanda siyasette bir nesil değişimi olur ve bu konular çözüme ulaşır.
Tüm olumsuzluklara rağmen benim hala ülkeye dair umudum var.













Ve bugünkü konumuz.
Türkiye'de kiracı olmak eğer bankada yüklü paranız yoksa tam bir rezalet.
Geçen hafta taşındım.
Çok değişik hislere kapıldım, onları sizinle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle kiracı olmak çok zor. Allah yardımcımız olsun.
Hem yaşadıklarımı hem de kendimce neden bu duruma düştüğümüzü anlatacağım.


Öncelikle ev almak artık imkansız. Maaşlı çalışan bir emekçi ailesi ile birlikte çalışsa dahi
bir ev sahibi olamaz.
İstanbul'un en ucuz semti Esenyurt’ta oturuyorum.
Burada en dandik evler 2.5–3.5 milyon arası. En pahalı evler 7–8 milyon.
Depreme dayanıklı 100–120 m2 bir ev almak isterseniz de 5 milyon lirayı gözden çıkarmalısınız.
Peki 5 milyon birikiminiz yok ne yapacaksınız? Kredi çekeceksiniz.


En uygun krediyi alsa dahi
Bir ev almak isteyen kişi 10 yılda 20 milyon lira para ödüyor.
Peki aylık ödemesi ne kadar? 159.000 lira.
Yani 7 tane asgari ücret kazanılsa bir evde ve bu evde yaşayan 7 kişi
hiç yemek yemese ve giderleri olmasa dahi İstanbul'un en ucuz semtinde bir daire sahibi olamıyor.


Bir çalışan her ay asgari ücret kadar kenara para koysa
5 milyon liraya ulaşması için gereken süre: 18 yıl 8 ay.


Peki ya kiracı olursak?

Ben mesela 2 yıl oturdum önceki kiracı olduğum evde
Ev genel anlamda temiz ve dolaplıydı ama banyoda tadilat yapılması gerekti ev sahibini aradım
Ben yaşlı tek başına yaşayan bir kadınım benim param yok dedi
Neyse banyo tadilatını cebimden yaptırdım
Ve uzun süre oturacağımıza anlaşmıştık.
İkinci yıla girerken yasal sınır %25 olmasına rağmen ben fakirim diye ağladı kadın ve biz %65 zam yaptık.
Sonrasında ikinci yılın yarısında aradı beni
Emrivaki bir şekilde
Hastalandım istanbula taşınmam lazım tedavim var dedi.
bir sonraki ayın 15inde nakliye ile anlaştım evi boşalt dedi.
Ben sözleşmeyi hatırlattım ve 3 aydan önce çıkamayacağımızı söyledim ve bu üç ayda bir çok eve baktım erkenden çıkabilmek için.

Bir eve gittim ev resmen bir harabe dolapsız lağam kokuyor büyük tadilat lazım.
Adam diyorki 2 depozito 1 aylık kira ve tahliye taahhütnamesi
Yani sen eve girerken çıkacağın tarihide yazacaksın ev sahibi seni beğenir ise bir yıl daha oturmana izin verecek ve tüm kiracı haklarından vazgeçmiş oluyorsun. Hukuki olarak sıkıntılı ama işleyişte olan bir evrak


Neyse ordan vazgeçtik başka bir ev sahibi ile görüştüm.
Adam dedi ki evi bugün görebilirsin
Eve gittim evde hala kiracılar var
Dedim ki evde kiracılar var eşyalar kaldırılmamış buraya girmemiz doğru olmaz
Adam diyor ki ; “Bunlar rahatsız olmazlar.”
Ahıra mı giriorsun “Besim tibuk”
Ki evdeki kiracılarda rahatsız ve üzgün görünüyordu.
Neyse orayıda tutmadık.

Sonrasında boş temiz dolaplı bir ev bulduk.
Kirası da fena değildi ama emlakçı var.
2 Depozito bir kira bir emlakçı payı
Bizden istenen evraklar.
Adli sicil kaydı.
Çalıştığın yerden maaş bordrosu
İnsan kaynaklarından İmzalı evrak
E devletten tüm borçların göründüğü Findeks raporu
Sanarsın iş başvurusuna gitmişim ya.
Evraklar yollandıktan sonra da mülakat olacak dedi emlakçı
Bende espirisine yakında ev sahipleri sınav dayapar dedim
Adam diyor ki artık sınav da yapılıyor bizim ev sahibi iyi bir insan o yüzden istemedi.
Lan Esenyurtta 2+1 80 metre kare ev kiralayacağınız
O evi al ….




Sonunda 2+1 görece temiz bir ev bulduk
Yeni bina olduğu için 3 gün temizlik sürdü
Temizlik ücreti 2 bin lira toplamda 6
sonrasında taşındık
Nakliye parası 5 bin lira
Taşımayı ben kardeşim babam yaptık
Amele çağırsan 16 bin lira da onun ücreti
1 emlakçı payı 2 depozito bir kira
Kira 16 bin lira
Eve uygun dolap hafif tadilatlar derken 80 bin liram gitti
Bu evdeki en büyük sorun şantiye elektriiği ve suyunun kullanılması hem pahalı fatura ödeyeceğiz hemde 3 4 aydır elektrik faturasını ödemeyen kiracılar varmış.
Yani ben faturamı ödesemde binanın elektriği kesilebilir xD


Bu süreçte hali hazırda oturduğum ev sahibi geldi.
Avukattanda 3 gün içinde tahliye edin diye yazı getirmiş.
Param yok diye ağlayan kadın
Sadece eşyaların istanbula gelmesi için 140 bin lira para vermiş
Ve evinde hiçbir sorun olmamasına rağmen depozitodan kesinti yapmak istedi.
Depozitoyu kestirmedik ama cebimizden banyo tadilatını yaptırmış olduk.
Bide sırıtarak diyor ki hakkını helal et.
Abla bi siktir git.









Sürekli hakaret edilen eski türkiyede


Bir işçi ailesi, tek maaşla ev geçindirebilir, 10–15 yılda ev sahibi olabilirdi.
Banka kredisine gerek kalmadan birikimle ev almak mümkündü.
Kiralar maaşın %20–25’ini geçmezdi.

Emekli olanlar emeklilik ikramiyesi ile bir ev veya bir araba alıp hacca giderlerdi.
Ev sahibi olmak, mütevazı ama gururlu bir emeğin ödülüydü.


Peki buraya nasıl geldik?
Neden eskiden tek çalışan bir kişi evini geçindirerek ev sahibi olabilirken şimdi 7 asgari ücret bile bir ev almaya yeterli olmuyor.


Hiperenflasyon yüzünden çok ucuza ev sahibi olanlar


Düşük faiz politikasından faydalanan ve ev stoklayan zenginler


Kaçak ve göçmenlerin talepten dolayı kiraları artırması

Ev sahibi olarak vatandaşlık sahibi olup o evi daha pahalıya satanlar


Bedavaya türk vatandaşlığı satıldı.


Deprem korkusundan doğan piyasa manipülasyonları


.


Dünyada nüfus hemen hemen her ülkede azalıyor.
Ama Türkiye’de nüfusla ilgili bir sorun yaşayacağımıza inanmıyorum.
Elbet bir yerde savaş çıkar ve biz oradan milyonlarca göçmen alırız.
Ben çözümü Çin’e gitmekte buldum, başka bir yol görünmüyor 🙂
Çin’deki hayalet şehir Tianduncheng’e gidelim.
Kurye Olmanın Zorlukları: Görünmeyen Emek, Görünmeyen Risk
Son yıllarda özellikle dijital platformlar ve e-ticaret sitelerinin yaygınlaşmasıyla birlikte kurye hizmetlerine olan talep ciddi ölçüde arttı. Pandemi süreci bu talebi daha da hızlandırdı ve kurye mesleği artık günlük hayatın vazgeçilmez bir parçası hâline geldi. Ancak artan bu görünürlük, kurye olmanın arkasındaki zorlukları her zaman görünür kılmadı. Bu yazıda kurye olmanın fiziksel, psikolojik, ekonomik ve sosyal yönlerden zorluklarını detaylı biçimde inceleyeceğiz.

1. Fiziksel Zorluklar ve Riskler
a. Trafik ve Kaza Riski
Kuryeler özellikle büyük şehirlerde, yoğun trafik içinde çalışmak zorundadır. Teslimat süreleri kısa tutulduğu için çoğu zaman acele etmek zorunda kalırlar. Bu da motosikletli ya da bisikletli kuryelerin ciddi trafik kazalarına karışma riskini artırır.

Türkiye Sigorta Birliği verilerine göre, 2023 yılında trafikte yaralanan motosikletli kurye sayısında %18’lik bir artış yaşanmıştır.

Koruyucu ekipman kullanımı yaygın değil; bazı firmalar ekipman sağlamazken, kuryeler düşük ücretlerle çalıştıkları için kişisel güvenlik ekipmanlarına yatırım yapamıyor.

b. Hava Koşulları
Yağmur, kar, fırtına, aşırı sıcak gibi tüm olumsuz hava koşullarında da teslimat yapmak zorundadırlar. Bu durum yalnızca konforlarını değil, sağlıklarını da tehdit eder.

c. Yorucu Mesai Saatleri
Birçok kurye, günde 10 ila 14 saat çalışır. Özellikle “parça başı ücret” ile çalışanlar daha fazla teslimat yaparak gelirlerini artırmak ister, bu da fiziksel yorgunluğu ve tükenmişliği beraberinde getirir.

2. Ekonomik Zorluklar
a. Düşük Ücret – Yüksek Masraf
Kurye maaşları genellikle düşük seviyededir. Üstelik motor, yakıt, tamir, sigorta gibi giderler çoğu zaman çalışana aittir. Yani gelirin önemli bir kısmı masraflara gider.

Freelance çalışan kuryeler SGK’dan yararlanamazlar.

Platformlar, kuryelere sürekli artan sipariş sayısıyla daha çok çalışmaları için baskı yaparken, ödüllendirme sistemleri ise genellikle tatmin edici değildir.

b. Güvencesizlik
Çoğu kurye, “taşeron” ya da “bağımsız çalışan” statüsünde çalıştığı için iş güvencesi yoktur. Hastalık, kaza, izin gibi durumlarda gelir tamamen kesilir. İşten çıkarılmalar aniden ve sebepsiz olabilir.

3. Psikolojik ve Sosyal Zorluklar
a. Stres ve Zaman Baskısı
Teslimat süreleri genellikle kısa tutulur ve zamanında teslim edilmeyen siparişler hem müşteri şikâyetine hem de firma baskısına yol açar. Bu sürekli zaman baskısı, çalışan üzerinde büyük bir stres yaratır.

b. Müşteri ile Yaşanan Problemler
Müşteriyle doğrudan iletişim hâlinde oldukları için saygısızlık, küçümseyici davranışlar ve hatta şiddete kadar varabilen olaylara maruz kalabilirler. Özellikle apartmanlara alınmama, teslimatı yere bırakma gibi küçük gibi görünen ama sistematik olan saygısızlıklarla karşılaşırlar.

c. Yalnızlık ve Sosyal İzolasyon
Kurye işi bireyseldir. Diğer çalışanlarla sosyal bağ kurma imkânı azdır. Bu durum zamanla yalnızlık hissine, duygusal yorgunluğa ve depresyona neden olabilir.

4. Hukuki ve Kurumsal Destek Eksikliği
a. Yasal Statü Belirsizliği
Kurye çalışanlarının hukuki statüsü belirsizdir. Bazıları işçi statüsünde değildir, bazıları ise “girişimci” kabul edilir. Bu da onları İş Kanunu’nun sağladığı birçok haktan mahrum bırakır.

b. Sendikalaşma ve Örgütlenme Engelleri
Çalışanlar örgütlenmek istediklerinde işten çıkarılma veya baskı görme riski taşırlar. Türkiye’de kurye sendikalaşmaları çok yenidir ve yeterince yaygın değildir.

5. Kadın Kuryelerin Karşılaştığı Ek Zorluklar
Kadın kuryeler, erkek meslektaşlarına göre daha fazla ayrımcılıkla karşı karşıya kalırlar:

Fiziksel güçle ilgili önyargılar

Güvenlik endişeleri (gece teslimatlarında taciz riski)

Müşteri tarafından cinsiyet temelli ayrımcılık

6. Geleceğe Dair Perspektif
Dijital platformlar büyüdükçe bu sektör daha da büyüyecek. Ancak bu büyümenin insan odaklı, adil ve güvenli koşullarla desteklenmesi gerekir. Bazı Avrupa ülkelerinde kurye hakları için yeni yasal düzenlemeler yapılırken, Türkiye'de de benzer adımların atılması elzemdir.

Çözüm Önerileri:

Kuryelerin iş güvencesi ve sosyal haklarının güvence altına alınması

Motor ve ekipman desteği sağlanması

İşyeri kazaları ve sağlık sigortalarının zorunlu hâle getirilmesi

Teslimat sürelerinin insan odaklı düzenlenmesi

Kurye sendikalarının desteklenmesi ve yaygınlaştırılması

Sonuç
Kurye olmak dışarıdan bakıldığında "özgür" ya da "kolay para kazanma" yolu gibi görünse de, işin içinde ciddi fiziksel, ekonomik ve psikolojik bedeller vardır. Bu meslek, görünmeyen emek ve görünmeyen risklerle doludur. Kurye çalışanlarının daha sağlıklı, güvenli ve adil şartlarda çalışmalarını sağlamak, yalnızca bir çalışma hakkı değil; aynı zamanda insani bir sorumluluktur.
Japon Sendromu: Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Boyutları

Japon Sendromu, Japon toplumunda çalışma hayatının getirdiği yoğun stres, toplumsal baskı ve sosyal izolasyon gibi olumsuz sonuçları tanımlamak için kullanılan gayriresmî bir terimdir. Bu sendrom; aşırı çalışma, işkoliklik (karōshi), tükenmişlik, intihar, yalnızlık (hikikomori) gibi olguları içerir. Aynı zamanda Japon iş kültürünün ekonomik kalkınmaya katkıları, bu olguların başka ülkelerdeki yansımaları ve Japon kültürünün bunlardaki rolü de araştırılır.

Japon İş Kültürü ve Ekonomik Kalkınma

Japonya’nın iş kültürü, iş yerine derin sadakat, grup uyumu ve disiplin odaklıdır. “Salaryman” olarak anılan beyaz yakalı işçilerin büyük çoğunluğu şirketlerine ömür boyu hizmet etmeyi bir görev sayar. II. Dünya Savaşı sonrası “ekonomik mucize” döneminde Japonya, sınır tanımaz bir çalışma etiği sayesinde 1980’lerde ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmiştir

. Uzun çalışma saatleri, yüksek verimlilik ve teknolojik yatırıma dayalı üretim, otomotiv ve elektronik gibi sektörlerde küresel liderlik sağlanmasını mümkün kılmıştır. Öte yandan bu çalışma anlayışının ülke nüfusunun yaşlanması, işgücünde azalma ve ücret durgunluğu gibi yeni sorunları da tetiklediği vurgulanmaktadır. Özetle, Japon iş ahlakı hızlı ekonomik kalkınmayı desteklemiş, ancak uzun vadede sosyal maliyetler doğurmuştur

Aşırı Çalışma ve İşkoliklik (Karōshi)

Japonya’da karōshi olarak bilinen olgu, “aşırı çalışma nedeniyle ani ölüm” anlamına gelir. Ülke genelinde aşırı mesai norm haline gelmiştir: yakın dönemde yapılan bir ankete göre Japon işçilerin yaklaşık %10’u ayda 80 saatten fazla fazla mesai yapıyor ve her beş kişiden biri karōshi riski altında bulunuyor

. Uzun mesailer stres, kalp-damar hastalıkları ve depresyon başta olmak üzere pek çok sağlık sorununa yol açar. Bu nedenle, Japon hükümeti son yıllarda aşırı çalışma sorununa özel tedbirler geliştirmiştir. Örneğin 2018’de çıkarılan İş Usul Reformu Yasası ile çalışanların aylık fazla mesai süresi 45 saat ile sınırlandırıldı

Japonya Sağlık, İş ve Refah Bakanlığı’nın 2024 tarihli raporuna göre, aşırı çalışmaya bağlı ruh sağlığı bozuklukları nedeniyle 2023’te tazminat almaya hak kazanan vakaların sayısı 883’e ulaşmıştır (bir önceki yıla göre +173)

. Bu vakaların 79’u intihar veya intihar girişimini içermektedir. Aşağıdaki grafik, 2014–2023 yıllarında mesleki ruh sağlığı bozuklukları için tazminat verilen vaka sayısını (mavi sütunlar) ve bu vakalardaki intihar olaylarının sayısını (mavi çizgi) göstermektedir. Grafik, karōshi ve aşırı iş yükünün yarattığı toplumsal yükü ortaya koyar.

Şekil: 2014–2023 yılları arasında Japonya’da iş kaynaklı mesleki ruh sağlığı bozukluklarına (tükenmişlik, depresyon vb.) tazminat verilen vaka sayıları (mavi sütunlar) ve bu vakalar içindeki intihar olaylarının yüzdesi (mavi çizgi). Kaynak: Japonya Sağlık, İş ve Refah Bakanlığı verileri.

Yasal Düzenlemeler: 2018 reformuyla yapılan bu sınırlandırma, Matsuri Takahashi gibi vakaların ardından getirildi

. Takahashi, Dentsu adlı reklam ajansında çalışırken bir ayda 100 saatin üzerinde fazla mesai yapmış ve 2015’te intihar etmişti. Bu olay toplumsal tepki uyandırmış, aşırı mesaiyi aylık 45 saat ile sınırlayan kanunun çıkmasına neden olmuştur

Reformlara Rağmen: Ancak reformlara rağmen fazla çalışma sorunu henüz tam çözülmemiştir. Gerçekleşen yasal değişikliklere karşın yıllık karōshi vakalarında anlamlı bir düşüş gözlenmemiştir

. Bu durum, kurum içi kültürel alışkanlıkların ve toplumsal beklentilerin değişiminin zaman alacağına işaret etmektedir.

Tükenmişlik, Ruh Sağlığı ve İntihar

Aşırı iş yükü, çalışanlarda tükenmişlik ve ruh sağlığı sorunlarını da besler. Gallup araştırmasına göre Japon işçilerinin yaklaşık %42’si, çoğu gün yoğun stres yaşadığını bildirmiştir

. Bu yüksek stres seviyesinin temelinde uzun çalışma saatleri, izin almama baskısı ve işyerindeki katı hiyerarşik yapı gibi faktörler bulunmaktadır

. Gerçekten de Japon iş kültürü, uzun saatleri normalize edip tatil yapmayı öteleyen bir yapıya sahiptir. Gallup verileri, Japon çalışanların %73’ünün işine bağlı olmadığına (sadece %24’ünün işini severek yaptığına) işaret ederek, düşük motivasyon ve artan tükenmişlik riskine dikkat çekmektedir


Önemli İstatistikler:

Stres: Japon çalışanların %42’si, önceki günleri “çoğunlukla” stresli geçirdiklerini belirtiyor
Uzun Mesailer: Çalışanların %8,4’ü haftada 60 saatten fazla çalışıyor (2023’te en çok ulaştırma sektöründe %18,5)
Tatil Kullanımı: 2017’de yapılan bir ankete göre, Japon işçiler yılda 20 gün izin hakkına rağmen ortalama sadece 10 gün izin kullanmakta, bu oran OECD ortalamalarının üstündedir
(Bu tür veriler, izin kullanma konusundaki isteksizliği göstermektedir.)

İntihar oranları da Japon toplumu için kritik bir göstergedir. Japonya uzun yıllar OECD ülkeleri arasında en yüksek intihar oranlarından birine sahipti. Ancak uygulanan ekonomik ve sosyal politikalar sayesinde 2019’da bu sayı ilk kez yıllık 20.000’in altına düştü
. Ne var ki COVID-19 salgını ile birlikte intihar oranları yeniden artmıştır. Örneğin 2020 yılı başından itibaren 30 yaş altı kadınlarda intihar vakalarında %74’lük yükseliş kaydedilmiştir
. Çalışma hayatına bağlı intiharlar da azımsanmayacak düzeydedir: Japonya’da intihar edenlerin yaklaşık %12’sinin nedeni iş kaynaklı stres veya aşırı iş yüküdür
. Bu durum, karojisatsu (aşırı çalışma kaynaklı intihar) kavramıyla da ifade edilir. 1990’larda işini kaybetmiş orta yaş erkekler öne çıkarken, günümüzde gençleri ve hatta kadınları hedefleyen strese dayalı intihar vakaları artmaktadır

Tarihsel Değişim: 1990’larda intihar edenlerin çoğu, iş garantisinin kaybı utancıyla yaşamak istemeyen orta yaş erkeklerdi. Buna karşın 2020 sonrası dönemde özellikle genç kadınlar artan bir risk grubunu oluşturuyor

Çalışma Kaynaklı İntihar: Ulusal veriler, tazminatlı karōshi vakaları içinde intihar oranında artış olduğunu gösteriyor. Özellikle 20–29 yaş grubu çalışanlar arasında, uzun çalışma saatlerine bağlı stres intiharında yükseliş kaydediliyor

Hikikomori ve Yalnızlık

Hikikomori, Japonya kökenli bir kültürel sendromdur ve uzun süre evden çıkmama şeklinde tanımlanır. Genellikle 6 ayı aşan sosyal çekilme, gençlerde okulu veya işi bırakma, çevreyle minimum iletişim kurma gibi belirtilerle seyreder. 2022 yılında Japon Kabine Ofisi’nin araştırması, 15–64 yaş aralığında yaklaşık 1,46 milyon kişinin hikikomori tanısına uygun olduğunu ortaya koymuştur; ayrıca 40–64 yaş arası 613.000 yetişkin de ciddi sosyal çekilme yaşamaktadır

. Bu kişilerin birçoğu aileleriyle yaşamaya devam etmekte, “80-50 fenomenu” denilen durumda ise seksenli yaşlardaki ebeveynler ellili yaşlardaki çocuklarına bakmaktadır.

Kodokushi (Yalnız Ölüm): Hikikomori ile bağlantılı olarak, özellikle yaşlı nüfus arasında “yalnız ölme” vakaları da artmıştır. Polis raporlarına göre 2024’te yaklaşık 68.000 kişinin evde yalnız ölü bulunması bekleniyor; bu sayı 2011’de 27.000 idi

. Bu tablo, hem toplumsal bağların zayıflaması hem de demografik yapıdaki değişikliğin bir sonucudur.

Hikikomori olgusu Japonya’yla sınırlı kalmamış; dünyada benzeri vakalar görülmektedir. Araştırmalar, İngiltere, Fransa, ABD ve Brezilya gibi ülkelerde de uzun süreli toplumsal çekilme yaşayan bireyler bulunduğunu rapor etmiştir. Gerçekten de uzmanlar, “hikikomori sendromunun dünyaya yayılan bir olgu” olduğunu vurgulamaktadır

. Dijital iletişim araçlarının yaygınlaşması ve küresel izolasyon eğilimleri, bu sendromun küresel boyutta da artış göstermesine zemin hazırlamaktadır. Hikikomori ve yalnızlık, hem bireylerin psikolojisini hem de ülke demografisini olumsuz etkileyerek yaşam kalitesini düşürmektedir.

Toplumsal Baskı ve Bireysel Yaşam

Japon kültüründe toplumsal uyum (wa) ve itibar (haji) önemlidir. Bu değerler, bireyin güçlü görünmesini, sorunları içselleştirmesini teşvik eder. İş hayatında mükemmel performans beklentisi, hataların gizlenmesi veya başarısızlığın utanç sayılması gibi sonuçlar doğurur. Örneğin işini kaybetmek, hayat boyu sürecek utanç olarak görülmüş, bu da 1990’ların intiharlarını tetiklemiştir

. Günümüzde de “başarısızlık” korkusu, çalışanları uzun saatler çalışmaya zorlamaktadır.

Akıl Sağlığı Tabusu: Japon toplumunda ruh sağlığı sorunları konuşulması hâlâ yaygın olarak tabu kabul edilir. İntihar eden ünlüler bile toplumda “utanç” olarak görülerek konu genellikle gizlenir. BBC’ye göre “Japonya’da akıl sağlığı hakkında konuşmak hâlâ tabu”dur

. Bu durum, insanların psikolojik destek aramasını engellemekte, problemleri içselleştirerek yalnızlaşmalarına neden olmaktadır.

Kadın Üzerindeki Baskılar: Geleneksel olarak aile içi rolleri vurgulayan Japon toplumunda kadınlar da ayrı bir baskı altındadır. Covid-19 salgını sırasında yarı zamanlı çalışan kadınlar işlerini kaybederek ekonomik ve ev içi yüklerle baş başa kalmış, bu dönemde kadınlarda tükenmişlik belirtileri artmıştır

. Toplumsal beklentiler, kariyer ve aile arasında sıkışan bireylerin stres düzeyini yükseltmektedir.

Küresel Perspektifte Japon Sendromu

Japonya’daki çalışma ve sosyokültürel sorunlar, dünya genelinde benzer şekillerde kendini göstermektedir. Güney Kore’de kwarosa adıyla benzer aşırı çalışma ölümleri görülürken, Avrupa ve ABD’de de “çalışma-aşam” döngüsüne dair endişeler artmıştır. Hikikomori gibi tanımlar da artık sadece Japonya ile sınırlı değil; küresel araştırmalar bu sendromun Batı’da da ortaya çıkabileceğine işaret etmektedir

. Sonuç olarak, “Japon sendromu” kavramı, diğer ülkelerde de uzun çalışma saatleriyle ilişkili psikolojik sorunlar veya toplumsal izolasyon örneklerini tanımlamak için kullanılmaktadır. Japonya’nın deneyimleri, iş hayatı ve sosyal refah arasında denge arayan diğer toplumlar için bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Japon Kültürünün Etkisi

Japon kültürü, kolektivizm, disiplin ve görev bilinci gibi değerlerle karakterizedir. Bireysel çıkar yerine toplumsal uyum ön planda tutulur. Bu ortamda insanlar sorunlarını grup içinde veya kurumlarda açıkça ifade etmekten çekinir. Uzun çalışma saatlerine sabırla katlanmayı (gaman) ve ayrıntılara önem vermeyi erdem sayan bir iş anlayışı mevcuttur. Sadaka (tek taraflı borçluluk duygusu) ve on (görev bilinci) gibi kavramlar, çalışanların işlerine sorgusuz sualsiz bağlı kalmasını gerektiren sosyal beklentilerdir. Bu tür kültürel faktörler, aşırı çalışmayı normalleştirip hataların üstünün örtülmesini sağlayarak tükenmişlik ve izolasyonu derinleştirmektedir

. Özetle, Japon kültüründe çalışma ve sosyal dayanışma öne çıkan değerlerdir; ancak bu değerlerin aşırı zorlaması “Japon sendromu” olarak adlandırılan psikososyal sorunlara yol açmaktadır.

Japonya’da görülen aşırı stres, tükenmişlik, karōshi, intihar, hikikomori ve kodokushi gibi olgular, toplumsal ve kültürel dinamiklerin bir yansımasıdır. Japon iş kültürünün disiplin ve sadakati ekonomik başarıya katkı sağlarken, uzun saatler ve yüksekolumlu beklentiler sosyopsikolojik maliyetler doğurmuştur. Öte yandan bu olgulara dikkat çekilmesiyle sosyal destek programları, iş kanunlarında iyileştirmeler ve zihinsel sağlık farkındalığı artmaya başlamıştır. Son yıllarda bazı şirketler uzaktan çalışma, dört günlük mesai gibi esnek modeller denemekte, hükümet ise çalışma saatlerini azaltıcı ve izin kullanımını teşvik edici politikalar geliştirmektedir. Küresel bağlamda da Japonya’nın bu deneyimi, diğer ülkelerin aşırı çalışma kültürüyle mücadele ve dengeli yaşam arayışları için önemli dersler içermektedir.
sendikasyon kredisi, birden fazla bankanın bir araya gelerek büyük tutarda bir kredi vermesiyle oluşan kredi türüdür. Genellikle tek bir banka tarafından karşılanamayacak kadar yüksek olan finansman ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılır. Bu tür kredilerde genellikle bir veya birkaç banka "lider banka" (veya "aracı banka") rolünü üstlenir ve diğer bankalarla koordinasyonu sağlar.

Sendikasyon Kredisinin Özellikleri:
Kredi Tutarı Yüksektir: Genelde büyük projelerin veya büyük şirketlerin finansmanında kullanılır.
Birden Fazla Banka Yer Alır: Risk, bankalar arasında bölüşülür.
Lider Banka (Arranger) Olur: Krediyi organize eden ve diğer bankalarla bağlantıyı kuran banka ya da bankalardır.
Ortak Sözleşme: Tüm kredi veren bankalar ve borçlu taraf ortak bir kredi sözleşmesi imzalar.
Uluslararası Olabilir: Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, yurtdışındaki bankalar da bu sendikasyonlara katılır.

Ne İçin Kullanılır?
Enerji projeleri
Altyapı yatırımları
Büyük şirketlerin borç yapılandırmaları
Uluslararası ticaretin finansmanı

Avantajları:
Büyük miktarda fon sağlanabilir.
Tek bir kredi ile farklı bankalardan fon sağlanmış olur.
Şirketin risk yönetimi açısından faydalıdır.
Daha iyi faiz koşulları elde edilebilir (pazarlık gücü artar).

Dezavantajları:
Süreç karmaşıktır, uzun zaman alabilir.
Detaylı raporlama ve şeffaflık gerektirir.
Çok sayıda taraf olduğu için yönetimi zordur.
Şehir Açlığı (Urban Hunger) Nedir?
Şehir açlığı, şehirlerde yaşayan bireylerin yeterli ve dengeli beslenmeye erişememesi durumudur. Bu kavram, sadece gıda eksikliğini değil, aynı zamanda beslenme yetersizliği, gıda güvencesizliği ve ekonomik erişim sorunlarını da kapsar. Genellikle düşük gelirli mahallelerde, gecekondu bölgelerinde ya da sistematik olarak dışlanmış topluluklarda görülür.

Şehir Açlığının Temel Nedenleri

Yoksulluk ve Gelir Eşitsizliği
Düşük gelirli bireyler yeterli besin alamaz.
Sağlıklı gıdalar pahalı, ucuz gıdalar besin değeri düşük.
Gıda Çölleri (Food Deserts)
Market ya da taze gıdaya erişimin olmadığı bölgeler.
Fast food ve abur cubur ürünler daha erişilebilir.
Göç ve Hızlı Kentleşme
Altyapı gıda ihtiyacına yetmez.
Plansız büyüyen şehirlerde dağıtım sistemleri yetersiz kalır.
Barınma ve Kira Maliyetleri
Gelirin büyük kısmı kiraya gider, gıdaya yeterli bütçe kalmaz.
İşsizlik ve Enflasyon

Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde şehirlerde gıda erişimi ciddi şekilde azalır.

Etkileri
Sağlık sorunları: Yetersiz beslenme, obezite (özellikle ucuz, yüksek kalorili ama düşük besin değerli yiyecekler), çocuk gelişim bozuklukları.
Eğitimde başarısızlık: Açlık, çocukların okul başarısını düşürür.
Sosyal dışlanma: Gıdaya erişemeyen bireyler toplumsal katılımdan geri kalır.
Suç oranlarında artış: Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler hayatta kalmak için yasa dışı yollara başvurabilir.

Küresel Perspektif
Birleşmiş Milletler, şehirlerdeki gıda güvencesizliği sorununu Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) içinde ele alıyor (özellikle SKA 2: Açlığa Son).
COVID-19 pandemisi, birçok şehirde açlığı artırdı. Günlük gelirle geçinen insanlar özellikle etkilendi.
Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da büyük şehirlerde ciddi "şehir açlığı" krizleri yaşanıyor.

Çözüm Yolları
Kentsel tarım: Şehir içi bahçecilik ve dikey tarım çözümleri.
Gıda bankaları ve sosyal marketler: Artan gıdanın ihtiyacı olanlara ulaştırılması.
Gıda erişim haritalaması: Gıda çöllerinin tespiti ve bu bölgelere yatırım yapılması.
Belediye destek programları: Ücretsiz öğün, okul yemeği, kira desteği gibi sosyal yardımlar.
Yerel kooperatifler ve üretici pazarları: Aracıları kaldırarak daha ucuz ve sağlıklı gıda sunumu.

Türkiye’de Durum
Büyük şehirlerde, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerde gıda enflasyonu dar gelirli haneleri derinden etkiliyor.

Üniversite öğrencileri ve emekliler arasında gıda güvencesizliği yaygınlaşıyor.

Belediyeler sosyal yardım paketleri ve halk marketlerle duruma müdahale etmeye çalışıyor, ancak yapısal sorunlar sürüyor.

Şehir açlığı, sadece kırsal bölgelerin değil, modern şehirlerin de bir krizidir. Gelir eşitsizliği, altyapı yetersizliği ve plansız kentleşme gibi faktörler birleştiğinde, milyonlarca insanın en temel hakkı olan beslenme hakkı ellerinden alınmış olur. Bu nedenle şehir planlaması, sosyal politikalar ve gıda sistemleri birlikte ele alınmalıdır.
Dijital Sessizlik Operasyonu, genellikle bir ülkenin ya da devlet dışı aktörlerin, internet altyapısını kasten kapatma, yavaşlatma ya da belirli dijital platformlara erişimi engelleme yoluyla bilgi akışını durdurma veya kontrol altına alma çabalarına verilen isimdir. Bu operasyonlar siyasi krizler, seçimler, protestolar veya güvenlik tehditleri gibi durumlarda uygulanabilir.

Daha detaylı bir tanım:

Dijital sessizlik, hükümetler veya otoriter rejimler tarafından uygulanan internetin ya da dijital iletişim araçlarının kısıtlanması, sansürlenmesi veya tamamen kapatılması eylemidir. Bu bir güvenlik politikası aracı, bilgi kontrol mekanizması ya da muhalefeti bastırma yöntemi olarak kullanılır.

Bu tür operasyonlar şunları içerebilir:

İnternetin tamamen kesilmesi
Sosyal medya platformlarına erişim engeli (Twitter, WhatsApp, YouTube vb.)
VPN, Tor gibi araçların engellenmesi
Mobil internet yavaşlatılması (özellikle 3G/4G servislerinin kesilmesi)
Özgür basın sitelerinin engellenmesi

Ekonomik Sonuçları Nelerdir?
Dijital sessizlik operasyonlarının kısa vadeli ve uzun vadeli ekonomik etkileri olabilir.

1. Doğrudan Ekonomik Kayıplar
Günlük ticaretin aksaması: Özellikle e-ticaret, çevrimiçi bankacılık, dijital ödeme sistemleri etkilenir.
Yabancı yatırımcı güveninin zedelenmesi: Dijital altyapının güvenilir olmaması, yabancı yatırımcıyı uzaklaştırır.
Fintech ve dijital ekonomi kayıpları: Start-up'lar, uygulama geliştiriciler, yazılım firmaları zarar görür.
Brookings Enstitüsü'nün 2016 raporuna göre, 2015-2016 arasında yaşanan 81 internet kesintisi, küresel ekonomiye yaklaşık 2.4 milyar dolar zarar vermiştir.

2. İş Gücü ve Üretkenlik Kaybı
Uzak çalışanlar işlerini yapamaz.
E-posta ve bulut sistemlerine erişim kesilir.
Operasyonel gecikmeler olur.

3. Turizm ve Ulaşım Etkisi
Yabancı turistler iletişim kuramaz, iptaller yaşanır.
Otel rezervasyon sistemleri, hava yolu check-in sistemleri etkilenebilir.

4. Pazar ve Marka Değerine Etkisi
Şirketlerin uluslararası itibar kaybı olur.
Dijital platformlara güven azalır, kullanıcılar alternatif ülkelere ya da sistemlere yönelir.

5. Kayıt Dışı Ekonomi Artışı
Dijital ödeme sistemlerinin durması, nakit ekonomiyi ve kayıt dışı işlemleri artırabilir.
Vergi kaybına neden olabilir.

Örnek Ülkeler ve Etkileri

(Hindistan 2019 Keşmir internet kesintisi Tahmini 2 milyar $ zarar )
(Myanmar 2021 darbesi sonrası sosyal medya engeli Dijital ticaret çöküşü)
(İran 2019 protestoları Günde yaklaşık 370 milyon $ zarar)
Türkiye 2016 ve 2019'daki sosyal medya yavaşlatmaları Fintech ve haberleşme aksaklıkları

Dijital sessizlik, kısa vadeli siyasi kontrol sağlasa da uzun vadede ekonomik büyüme, inovasyon ve yatırım ortamına zarar verir. Bu tür politikalar, bilgi ekonomisine dayanan modern toplumlarda sürdürülebilir değildir ve kalkınma hedefleriyle çelişir.
Kademeli Emeklilik Sistemi Nedir?
Kademeli emeklilik, çalışanların tam zamanlı çalışmayı aniden bırakmak yerine, iş saatlerini veya sorumluluklarını aşamalı olarak azaltarak emekliliğe geçiş yapmasını sağlayan bir modeldir. Bu sistem, bireylerin gelir kaybı yaşamadan sosyal ve psikolojik olarak emekliliğe uyum sağlamasına yardımcı olurken, işverenlerin de deneyimli çalışanları daha uzun süre istihdam etmesine olanak tanır.

Temel Özellikleri:
- Çalışma saatlerinin kademeli olarak düşürülmesi.
- Emekli maaşı ile part-time çalışma gelirinin birleştirilmesi.
- Sosyal güvenlik sistemlerinde esnek haklar.

---

Dünyadan Örnekler
İşte farklı ülkelerde uygulanan kademeli emeklilik sistemleri:

1. İsveç
- Sistem:"Esnek Emeklilik" modeliyle çalışanlar, 61 yaşından itibaren çalışma saatlerini azaltarak kısmi emekli maaşı alabilir.
- Özellik: Tam emeklilik yaşı 65'tir, ancak bireyler %25, %50 veya %75 oranında çalışmaya devam ederek emeklilik gelirini tamamlayabilir.

2. Almanya
- Sistem: "Altersteilzeit" (Kademeli Emeklilik) adı verilen modelde, çalışanlar son çalışma yıllarını "aktif faz" (tam zamanlı) ve "pasif faz" (çalışmadan maaş alma) olarak ikiye bölebilir.
- Özellik: Örneğin, 6 yıl çalışacak bir kişi, 3 yıl tam zamanlı çalışıp 3 yıl maaş alarak emekli olabilir.

3. Japonya
- Sistem: 60 yaşında zorunlu emeklilik yaşı olmasına rağmen, birçok şirket çalışanları 65 yaşına kadar part-time veya danışman olarak istihdam eder.
- Özellik: Hükümet, 70 yaşına kadar çalışmayı teşvik eden reformlar yapmıştır.

4. ABD
- Sistem: Resmi bir kademeli emeklilik programı yoktur, ancak özel sektörde çalışanlar 401(k) gibi tasarruf planlarıyla esnek geçiş yapabilir.
- Özellik:Kamu sektöründe bazı eyaletler, yaşlı çalışanların haftalık çalışma saatlerini azaltmasına izin verir.

5. Fransa
- Sistem: "Retraite Progressive" (Kademeli Emeklilik) ile çalışanlar, emekli maaşının bir kısmını alırken part-time çalışmaya devam edebilir.
- Özellik:62 yaşında emeklilik hakkı başlar, ancak tam maaş için 67 yaşına kadar çalışılması gerekir.

6. Hollanda
- Sistem: Çalışanlar, emeklilik yaşına yaklaştıkça çalışma saatlerini azaltabilir ve kısmi emekli maaşı alabilir.
- Özellik: "Kısmi Emeklilik" (Deeltijdpensioen) adı verilen bu modelde, çalışma ve emeklilik geliri birleştirilebilir.

7. İngiltere
- Sistem: "Flexible Retirement" ile çalışanlar, 55 yaşından itibaren emeklilik fonlarından kısmi çekim yaparak part-time çalışmaya devam edebilir.
- Özellik: Kamu sektöründe (örneğin NHS) yaşlı çalışanlar için esnek saatler sunulur.

---

Avantajları
-Ekonomiye Katkı: Deneyimli çalışanların bilgisi kaybolmaz.
- Sağlık: Ani emekliliğin yol açtığı stres ve yalnızlık riski azalır.
- Mali Esneklik: Gelir kaybı olmadan geçiş sağlanır.

Zorluklar
- İşverenler için ek maliyet (örneğin eğitim ve sigorta).
- Sosyal güvenlik sistemlerinde karmaşıklık.

---

Kademeli emeklilik, yaşlanan nüfusla mücadelede ve işgücü piyasasının dinamiklerini korumada etkili bir araç olarak görülüyor. Ancak ülkelerin demografik yapısı, sosyal güvenlik sistemleri ve kültürel normlara göre uyarlanması gerekiyor. Türkiye gibi genç nüfusa sahip ülkelerde şimdilik aciliyet taşımasa da, Avrupa ve Japonya örnekleri gelecekte benzer modellerin önemini vurguluyor.
CDS (Credit Default Swap) primi, bir ülkenin ya da şirketin borcunu geri ödeyememe (temerrüde düşme) riskine karşı alınan sigorta poliçesinin maliyetidir. Ekonomik olarak oldukça kritik bir göstergedir, çünkü yatırımcıların bir ülkenin finansal risk algısını doğrudan yansıtır.

CDS Primi Nedir?
Tanım: CDS, borçlunun (örneğin Türkiye) temerrüde düşmesi durumunda alacaklıyı koruyan bir finansal araçtır.

CDS Primi (Spread): Bu korumanın maliyetidir, genellikle baz puan (bps) cinsinden ifade edilir. Örneğin 500 baz puan = %5.
CDS primi ne kadar yüksekse, yatırımcıların ilgili ülkeye borç verme riskini o kadar yüksek gördüğü anlamına gelir.

CDS Primlerinin Ekonomik Etkileri
1. Yatırımcı Güveni
Yüksek CDS primi → Yatırımcı güveninin düşük olduğunu gösterir.
Düşük CDS primi → Ülkeye olan güvenin arttığına işarettir.

2. Borçlanma Maliyeti
CDS primi yükseldikçe, ülkenin dış borçlanma faizi de artar.
Bu durum, özellikle döviz cinsinden borçlanma yapan gelişmekte olan ülkeler için büyük bir baskı oluşturur.

3. TL ve Döviz Kurları
Yüksek CDS primi, Türkiye gibi ülkelerde TL üzerinde baskı yaratır.
Risk algısının yükselmesi - Sermaye çıkışı - Kur artışı - Enflasyon

4. Reel Ekonomiye Etki
Artan finansman maliyetleri, özel sektör yatırımlarını yavaşlatır.
CDS’in yükselmesi özellikle bankacılık ve dışa bağımlı sektörlerde kredi koşullarını zorlaştırır.

5. Kredi Notu ile Etkileşim
CDS primleri, kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmelerinde dikkate alınır.
Yüksek CDS primleri, kredi notunun düşürülmesine neden olabilir. Bu da tekrar risk primi artışını tetikler (kısır döngü).

Türkiye'nin CDS primi zaman zaman 500–700 baz puanı aşmıştır (özellikle 2018 krizi, 2020 pandemi dönemi ve 2022 faiz politikası dönemlerinde).

2023-2024’te ekonomi yönetiminin değişmesi ve ortodoks politikalara dönüşle birlikte CDS’te düşüş yaşandı.

CDS düşerse:

Dış yatırımcı ilgisi artar.
Eurobond ve dış borçlanma faizleri düşer.
TL’de istikrar sağlanabilir.
Yeşil çelik, üretim sürecinde karbon salınımı minimize edilmiş veya sıfırlanmış çeliktir. Geleneksel çelik üretimi büyük oranda fosil yakıt (özellikle kömür) kullanır ve dünya çapındaki karbon emisyonlarının yaklaşık %7-9’unu oluşturur. Yeşil çelik üretiminde ise şu yöntemler öne çıkar:

Elektrikli Ark Ocağı (EAF) kullanımı ve hurdadan üretim,
Hidrojenle indirgeme (özellikle doğrudan indirgenmiş demir – DRI süreçlerinde),
Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretim,
Karbon yakalama ve depolama teknolojileri (CCS).

Türkiye'de Durum
Türkiye, Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise ilk 10'unda yer alan çelik üreticilerinden biridir. Özellikle inşaat sektörüne yönelik uzun mamul üretiminde güçlüdür. Türkiye'de çelik üretimi büyük ölçüde elektrikli ark ocaklarına dayalıdır; bu da Türkiye’nin karbon emisyonu açısından avantajlı bir konumda olmasını sağlar.

Ancak yine de Türkiye'nin yeşil dönüşüme tam olarak uyum sağlaması için şu adımları hızlandırması gerekiyor:

Mevcut Gelişmeler ve Fırsatlar
Avrupa Yeşil Mutabakatı: Türkiye'nin en büyük ihracat pazarı olan AB, karbon ayak izine göre gümrük vergisi uygulayacak. Bu, Türk çelik sektörü için ciddi bir dönüşüm baskısı yaratıyor.

KOSGEB ve TÜBİTAK destekleri, yeşil dönüşüm odaklı projeler için artırıldı.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Yeşil OSB projelerini teşvik ediyor.

Erdemir ve Kardemir gibi büyük firmalar, hidrojen teknolojileri ve yenilenebilir enerji entegrasyonu üzerine Ar-Ge çalışmaları yürütüyor.

Zorluklar
Düşük karbonlu teknolojilere geçişin yüksek maliyeti,
Yeterli yenilenebilir enerji altyapısının olmaması,
Teknik bilgi eksikliği ve nitelikli iş gücü ihtiyacı.
"Medyan beklenti" terimi, genellikle istatistik, ekonomi ve finans gibi alanlarda kullanılır ve şu anlama gelir:
Bir grup birey, uzman ya da kurumun belirli bir konuda yaptığı tahminlerin ortasındaki (medyan) değerdir.

"Beklenti", geleceğe dair yapılan tahmin ya da öngörüdür.
"Medyan", sıralanmış bir veri grubunda tam ortada kalan değerdir (yarısı daha küçük, yarısı daha büyük olacak şekilde).

Örnek: Bir ülkedeki enflasyon beklentisi için 10 ekonomist şu tahminleri yapmış olsun:
Bu verileri küçükten büyüğe sıralarsak (zaten sıralı),
Ortadaki iki değer 3.9% ve 4.0%, bunların ortalaması 3.95% olur.
Bu da "medyan beklenti"dir.

Ne için kullanılır?

Enflasyon beklentileri
Faiz oranı tahminleri
Büyüme oranı projeksiyonları
Şirket kâr tahminleri
gibi alanlarda, farklı kaynaklardan gelen tahminlerin ortasını almak için kullanılır.

Türkiye ekonomisinin geleceğiyle ilgili beklentiler, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından düzenli olarak yayımlanan Piyasa Katılımcıları Anketi ile izlenmektedir. Bu anket, reel sektör ve finansal sektör temsilcilerinden oluşan katılımcıların tahminlerini toplar ve medyan değerler üzerinden genel bir görüş sunar.

2025 Yılı Mart Ayı TCMB Piyasa Katılımcıları Anketi Sonuçları
Enflasyon Beklentileri

Yıl sonu TÜFE beklentisi: %28,04 (önceki %28,30)
12 ay sonrası TÜFE beklentisi: %24,55 (önceki %25,26)
24 ay sonrası TÜFE beklentisi: %17,06 (önceki %17,26)

Bu veriler, enflasyon beklentilerinin genel olarak düşüş eğiliminde olduğunu göstermektedir. Ancak, bu düşüşün sınırlı olduğunu ve enflasyonun yüksek seviyelerde kalmaya devam ettiğini belirtmek önemlidir.

Döviz Kuru Beklentileri

Yıl sonu dolar/TL beklentisi: 42,79 TL (önceki 42,89 TL)
12 ay sonrası dolar/TL beklentisi: 44,42 TL

Döviz kuru beklentilerinde de bir miktar düşüş gözlemlenmektedir. Ancak, döviz kuru seviyelerinin yüksekliği, ekonomik belirsizlikleri ve riskleri yansıtmaktadır.

Faiz Beklentileri
Cari ay sonu gecelik faiz oranı beklentisi: %42,33 (önceki %44,79)

TCMB bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı beklentisi: %42,50

Faiz beklentilerinde de düşüş eğilimi görülmektedir. Bu durum, TCMB'nin para politikasında gevşeme yönünde adımlar atabileceğine işaret etmektedir.


Büyüme Beklentileri

2025 yılı büyüme beklentisi: %3,1 (önceki %3,0)
2026 yılı büyüme beklentisi: %4,0 (önceki %3,9)

Büyüme beklentilerinde sınırlı bir artış gözlemlenmektedir. Bu, ekonominin büyüme potansiyelinin iyimser bir şekilde değerlendirildiğini göstermektedir.
Dipnot Haber

Medyan Beklenti Nedir?
Medyan beklenti, katılımcıların tahminlerinin sıralanarak ortadaki değerin alınmasıyla elde edilir. Bu yöntem, aşırı yüksek veya düşük tahminlerin etkisini azaltarak daha dengeli bir ortalama sunar. Örneğin, enflasyon beklentileri için medyan değer, farklı tahminlerin ortasında kalan değeri temsil eder ve genel piyasa görüşünü yansıtır.

2025 yılı Mart ayı itibarıyla Türkiye ekonomisine ilişkin beklentiler, enflasyon ve döviz kuru gibi göstergelerde yüksek seviyelerin devam ettiğini, ancak faiz oranlarında ve büyüme beklentilerinde sınırlı bir iyileşme olduğunu göstermektedir. Medyan beklentiler, piyasa katılımcılarının genel görüşünü yansıtarak ekonomik politikaların yönü hakkında ipuçları sunmaktadır.

Bu veriler, ekonominin genel sağlığı ve geleceği hakkında daha bilinçli kararlar alabilmek için önemli bir kaynak oluşturmaktadır.